İletişim Başkanı Altun: İletişimin tali değil asli olduğu bir dönemdeyiz
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, Hürriyet gazetesinden Tülay Demir Oktay’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Öncelikle şunu sormak istiyorum; Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’nın görevleri, sorumlulukları tam olarak nelerdir?
İletişim Başkanlığı, misyonu ve fonksiyonu itibarıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte ihdas edilen en kritik kurumlardan biri. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle bu yeni ve dinamik kurumun ilk başkanı olma bahtiyarlığını yaşadım. Tabii bu aynı zamanda milletimize ve Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı büyük bir sorumluluk... Cumhurbaşkanımızın belirlediği politika ve stratejilere uygun şekilde, ulusal ve küresel çapta iletişim faaliyetleri gerçekleştiriyoruz. Ayrıca milletimiz ile devletimiz arasındaki iletişim akışını yönetiyoruz. Etkin ve nitelikli bir medya alanının inşasına katkı vermeye, basın mensuplarımıza destek olmaya çalışıyoruz. Stratejik iletişim, kriz yönetimi ve kamu diplomasisine ilişkin politikaların belirlenmesi, koordine edilmesi ve uygulanması da Başkanlığımızın sorumluluğunda. Diğer taraftan içeriden ve dışarıdan ülkemiz aleyhine algı operasyonlarına karşı tüm mecralarda etkin bir mücadele yürütüyoruz.
Kritik bir zamandayız
Genel olarak bir gününüz nasıl geçiyor? Mesai süresince en çok hangi konular zamanınızı alıyor?
Doğrusu, benim günümün nasıl geçtiği Sayın Cumhurbaşkanımızın kendisinin ve ülkemizin gündemine paralel olarak şekilleniyor. Çünkü ülkemiz, bölgemiz ve bütün dünya açısından önemli olayların, sıcak gelişmelerin yaşandığı kritik bir zamandayız.
Böyle bir dönemde iletişim tali değil asli bir alan olarak öne çıkıyor. Bütün bu çalışma süreci, bizim için zaman mefhumunu ortadan kaldırıyor.
Cumhurbaşkanımızın enerjisine yetişmek zor
Sizi bu görevde en çok zorlayan konular neler?
Teknik olarak elbette çok fazla konu ile meşgul oluyoruz. Bununla birlikte Cumhurbaşkanımızın enerjisine yetişmek bazen zor olabiliyor. Milletine ve ülkesine hizmet etme aşkı o derece yoğun ki, bazen bir gün yetmiyor.
Hiç kendinizi yorgun hissettiğiniz olmuyor mu?
Bu soruya, Sayın Cumhurbaşkanımızın şu düsturuyla cevap vermek istiyorum; “Aşkınan çalışan, aşkınan koşan yorulmaz.” Biz bu görevi icra ederken, Cumhurbaşkanımızın enerjisiyle çalışırken yorgunluk, zorluk nedir bilmeyiz. Milletimize ve ülkemize böylesine tarihsel bir hizmet imkanı doğmuşken sadece görevimize odaklanıyoruz.
İletişim Başkanı olmadan önce sosyal medya ile aranız nasıldı? Dijital dünya ile hep bu kadar iç içe miydiniz?
Evet, elbette. Hakkaniyet temelinde bütün mecraları aktif olarak kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Bu görevim öncesinde de sosyal medyayı aktif şekilde kullanıp, düşüncelerimi sosyal medya üzerinden etkin şekilde paylaşıyordum. Ben akademik hayatta, medya ve iletişim alanında da hep ülkemin ve içinde yaşadığım toplumun meselelerini dert edindim. Yerli ve milli bir çizgide fikir, bilgi ve aksiyon ortaya koyma gayreti içinde oldum. Bunu sosyal medyada da göstermeye çalışıyorum.
Bazı kesimler kendini hesap sorulamaz görüyor
Sosyal medyada taciz, şiddet, tehdit eksik olmuyor. Gizli ya da açık hesaplardan teröre destek verildiğine bile tanıklık ediyoruz. Bu saldırganlığın, bu hadsizliğin sebebi ne sizce?
Tüm bunların en önemli nedeni, algı ile olgunun yer değiştirmiş olması. Bazı kesimler istedikleri kadar taciz, terör ya da şiddetle ilişkili olsunlar, öyle bir algı ile kamuoyunun önüne çıkıyorlar ki, kendilerini hesap sorulamaz görüyorlar.
Ayrıca milletimiz nezdinde sosyal ve siyasal olarak bir karşılık bulamayanlar, dijital mecralar üzerinden yalana dayalı türlü algı operasyonlarına kalkışıyorlar. Gün geçmiyor ki milletimiz, devletimiz için çalışan kamu görevlilerini ya da büyük emeklerle gerçekleştirilmiş bir icraatı hedef almasınlar. Büyük ve güçlü Türkiye’nin önünü kesmek, bizi iddialarımızdan ve bu iddialara uygun şekilde hayata geçirmeye çalıştığımız siyasi programımızdan vazgeçirmek istiyorlar.
Ama başaramayacaklar. Vatandaşlarımızın hakkını hukukunu korumak da kamu otoritesinin bir görevi. Bu doğrultuda sosyal medyanın bir suç mahalline dönüşmesinin engellenmesi, kişilik haklarının, kamu çıkarının korunmasını temin için hazırlanan sosyal medya yasası geçen yıl yürürlüğe girdi.
Bu yasa ile ülkemizi karalama kampanyalarından, vatandaşlarımızı da kişilik haklarına yönelik saldırılardan daha etkin şekilde koruyor olacağız.
Sosyal medya sınırsız bir özgürlük alanı değil
Hollanda’da doğup büyümüş biri olarak, yurtdışında bu kadar kontrolsüz bir sosyal medya kullanımının söz konusu olmadığını söyleyebilirim. Ülkemizde en küçük müdahale, sansür ve özgürlüklere kısıtlama şeklinde algılanıyor sanki... Bu döngü nasıl kırılacak, sosyal medya eninde sonunda değişmeye mahkum mu?
Gelişmiş ülkelerde, demokrasinin sözde kaleleri olarak gösterilen birçok ülkede çok temel konularda büyük sınırlamalar ve kurallar ile karşılaşırsınız. Bu kurallar hem toplumsal huzur hem de güvenlik ve demokrasinin gerçek anlamda tesis edilmesi için gereklidir.
Sosyal medyanın da sınırsız bir özgürlük alanı olduğuna inanmak bir yanılgı olacaktır. Kamusal alanda terör propagandası yapamazken sosyal medyada yapabileceğini düşünmek, tam anlamıyla kötü niyetli bir fırsatçılıktır.
Dijital faşizme asla müsaade etmeyeceğiz
Sosyal medyayı en çok kullanan ülkelerden biriyiz ama Facebook, Twitter gibi platformlar yıllardır Türkiye’de temsilci bulundurma gereği duymadı...
Bu gerçekten çok boyutlu bir sorundu. Ülkemizde bu konuyla ilgili alınan karar, soruna bir çözüm getirdi aslında. Bu çerçevede bazı sosyal medya platformları, ülkemize yasal temsilci atamaya başladı. Bu bizim için memnuniyet verici. Bu gelişme, vatandaşlarımızın haklarını ve ifade özgürlüğünü korumadaki haklılığımızı da gözler önüne seriyor. Küresel sosyal medya platformları, kendilerini devlet üstü görme alışkanlığını bırakmalı ve yasalar çerçevesinde hareket etmeli. Ülkemizde dijital faşizme asla müsaade etmeyeceğiz.
Facebook geri adım attı ve bir temsilci atama sürecine başladı diye biliyorum. O konuda gelişmeler ne durumda? Temsilci atanması neyi değiştirecek?
Temsilci atamayan sosyal ağ sağlayıcılarına yönelik “reklam yasağı” uygulaması geçen ay yürürlüğe girdi. Burada temsilci bulundurmayan, artık ülkemizden reklam da alamayacak. Temsilci belirleme ve bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeyen sosyal ağ sağlayıcısı için yaptırımların, internet trafiği bant genişliğinin daraltılmasına kadar gideceği de ilgili kararda belirtiliyor. Buna gerek kalmadan bu platformlar tarafından gerekli adımların atılacağını umuyorum. Bizim buradaki tek derdimiz milletimizin, vatandaşlarımızın verilerini, gizliliğini ve haklarını korumak. Diğer taraftan, kendilerini “demokrasi ve ifade özgürlüğünün yegane mecrası” olarak sunan sosyal medya platformlarının siyasal ve sosyal meseleler de tarafsız olmadıklarını gördük, siyaset kurumunun ve millet temsilcilerinin sesini kısma girişimlerine şahit olduk. Bu, demokrasiye, millet iradesine ve ifade özgürlüğüne açık bir sansürdür ve asla kabul edilemez. Bu platformlar, terör örgütleri ve gayriahlaki grupları korumak için gösterdiği toleransı, bunları eleştiren paylaşımlara göstermiyor ne yazık ki. Bu platformların zihin ve değerler sömürüsüne asla izin vermeyeceğiz.
Whatsapp'ın yaptığı tam anlamıyla çifte standart
WhatsApp da farklı bir konuda çifte standart izledi. Güncellemek istediği yeni gizlilik ilkesi, Türkiye’deki kullanıcılara veri paylaşma zorunluluğu getirecek. Oysa söz konusu güncelleme Avrupa Birliği ülkelerini kapsamıyor. Neden bu ayrımcılık?
Bu tam anlamıyla çifte standarttır. Batılı ülkelerde lafını bile edemeyecekleri uygulamaları Türkiye’de hayata geçirmeye çalışmak tam anlamıyla zorbalıktır. Zaten bu yapıların Türkiye gibi ülkelere bakış açıları tam bir ikiyüzlülük örneğidir. İnsan hakları, özel hayatın gizliliği gibi konularda dünyada kimseye güven vermeyen bu medya araçlarının Türkiye’yi hangi kategoride gördükleri onların kendi sorunu ancak biz bu sınıflandırmaya müsaade etmeyeceğiz elbette. Böyle bir çifte standardı ne devlet olarak ne de millet olarak kabul ederiz. Zaten konu gündeme geldiğinde kamusal tepkimizin yanında toplumsal tepkimizi de herkes görmüş oldu.
WhatsApp 8 Şubat olan güncelleme son tarihini tepkiler üzerine erteledi ama bildiğim kadarıyla konu tam olarak kapanmadı. Veri paylaşımı konusunda diretilirse sonuçları ne olur?
8 Mart’ta da aynı şekilde bir uygulamayı hayata geçirmeye çalışırlarsa tepki yine aynı olacaktır. Çünkü vatandaşlarımızın kişisel verilerinin korunmasına ilişkin farkındalığı yüksek seviyede. Diğer taraftan bu gelişme, yerli dijital platformların öneminin daha iyi anlaşılmasına vesile oldu. Bu mecralardaki başarılı platformlarımızı güçlendirmemiz gerekiyor. Bu sadece teknolojik bir mesele değil, ülkemizin güvenliği ve istikrarının korunması için de hayati bir gerekliliktir.
AB ile diyalog önümüzdeki günlerde daha da artacak
Sayın Cumhurbaşkanımız, geçtiğimiz haftalarda yönümüzün Avrupa ve Avrupa Birliği olduğunu açıkladı. Bununla ilgili yeni çalışmalar var mı, yeni adımlar atılacak mı?
Esasen çalışmalar bizim açımızdan hiç durmadı. AB’nin bazı üye ülkelerinin çifte standartları yüzünden zaman kaybedilmiş olabilir ama biz Türkiye olarak “Ankara kriterlerini” sağlamak için durmaksızın çalışıyorduk. AB ile yeni süreçte bizzat Sayın Cumhurbaşkanımızın yürüttüğü bir lider diplomasisi var şu anda. Bunun yanı sıra Dışişleri Bakanlığımızın temasları da söz konusu. Önümüzdeki günlerde AB ile diyalog daha da artacak.
Biz Türkiye olarak hiçbir zaman üzerimize düşeni yapmaktan kaçınmadık ve kaçınmayacağız. Türkiye-AB ilişkileri bazı üye ülkelerin dar çıkarlarına hapsedilemeyecek kadar stratejik önemdedir. AB’nin de bu gerçeğin farkında olarak yaklaşım geliştirmesi gerekiyor. Ayrıca AB tarafından verilen sözlerin de tutulmasını bekliyoruz.
Reform ve yeni anayasa ülkemiz için zorunluluk
Cumhurbaşkanımızın yeni dönem, reform dönemi açıklaması da çok ses getirdi. Ne gibi reformlar öncelikli? Bu konuda da biraz bilgi rica etsek...
Cumhurbaşkanımızın liderliğinin en belirgin özelliği sürekli reformcu kimliğidir. Dünya değişiyor. Toplum sürekli yenileniyor. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımız yeni bir hukuk ve ekonomi reformu için hazırlıkları başlatmıştı. Teknik çalışmalar belli bir seviyeye getirildi. Yakın bir zamanda bizzat Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuyla paylaşılacak. Bu reform çalışmaları, temel hak ve özgürlükler ile ekonomide güven ikliminin güçlendirilmesi zemini üzerine inşa ediliyor. Böylece ekonomimizi güçlendirecek, demokrasimizin çıtasını yükselteceğiz. Diğer taraftan Sayın Cumhurbaşkanımız reform söylemini bir adım daha ileri taşıyarak yeni sivil bir Anayasa ihtiyacını tartışmanın da vaktinin geldiğini vurguladı. Yeni sivil bir Anayasanın ülkemize yeni ufuklar açacağına inanıyoruz.
Bu çalışmaya da Cumhur İttifakının öncülük etmesi, bu ortaklığın ülkemiz için tarihi misyonuna işaret ediyor. Bölgesel ve küresel gücümüzü pekiştirmek için gereken bütün yapısal adımları hayata geçireceğiz. Yeni dönemde en önemli meselemiz reform ve yeni Anayasa olacak. Bu ülkemiz için bir zorunluluk. Bundan geri dönüş mümkün değil.
Diyarbakır anneleri, benzeri olmayan bir direniş sergiliyor
Diyarbakır Anneleri, çocuklarını terör örgütünün elinden kurtarabilmek, onları geri alabilmek için gece gündüz, kar kış demeden evlat nöbeti tutuyor. Onların sesini dünyaya duyurmak için de çalışmalarınız var mı?
Diyarbakır Anneleri, bugün dünyada örneği olmayan bir direniş sergiliyor. Tehditleri, dışlanmayı ve daha da net söyleyeyim, ölümü göze alıp orada çocukları için direniyorlar. Bunu yaparken dayandıkları tek güç ise anne yüreği...
Devletimiz annelerimizi çocuklarına kavuşturmak için çalışırken, bize düşen bu annelerin seslerinin duyurulmasını sağlamak. Gerek ulusal medyada gerekse uluslararası medyada Diyarbakır Annelerinin feryadını, çocukları için verdikleri mücadeleyi duyurmaya çalışıyoruz. Diğer taraftan terör örgütü PKK ve işbirlikçilerinin ipliğini pazara çıkaran çalışmaları milletimize ve dünya kamuoyuna sunuyoruz. Belgeseller ve diğer araçlarla konuyu yaygınlaştırmaya ve Diyarbakır Annelerini, onların mücadelelerini unutturmamaya çabalıyoruz. Her gün karşılaştığımız yoğun gündeme rağmen çocuklarını bekleyen annelerin sesini duyurmayı boynumuzun borcu görüyoruz.
Avrupa’da terörü veya teröristi öven en ufak paylaşım, gözaltıyla sonuçlanır. Bizde daha fazla müsamaha gösteriliyor olabilir mi? Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Evet maalesef terör ile ilişkili olmak, şiddeti meşrulaştırmak Türkiye’de kınanacak bir durum olmaktan öte popüler bir hale getiriliyor bazı kesimler tarafından. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde teröre destek bağlamında söylenemeyecek sözleri söyleyebiliyor, sosyal medyada paylaşabiliyor ve buna rağmen kendilerine dokunulmasın istiyorlar. Kimileri, Cumhurbaşkanımıza ve devlete olan düşmanlıklarını, terör örgütlerinin payandası olma pahasına sürdürüyor. Elinde silah olan teröristle mücadele etmek artık en kolayı belki de. Güvenlik birimlerimizin bu yöndeki başarılı operasyonlarına gün be gün şahit oluyoruz. Toplumsal açıdan şiddetin meşrulaştırılması, iktidarı devirmek için terör örgütlerinden medet umulması, seçim kazanmak için terör eylemlerinde terörist örgütlerin adının bile anılmaması inanın bugünkü en büyük sorunumuz. Şiddet ve terörün hiçbir şekilde meşruiyeti olamaz. Hiçbir şey insan hayatından daha değerli değildir. Terör eylemlerinin en ufak bir siyasi hesap yapılmadan lanetlenmesi gerekirken, kurulan ittifakların bozulma ihtimali yüzünden sessiz kalınması çok üzücü.
Küçük bir grubun radikal görüşleri Boğaziçi'nin tamamına mâl edilmemeli
Boğaziçi Üniversitesi olaylarından da konuşalım mı biraz... Sizce yapılmak istenen nedir? Yeni bir Gezi hareketi organize edilmeye çalışılıyor olabilir mi? Bazı kesimler vatandaşı sokağa mı çekmeye çalışıyor dersiniz?
Boğaziçi Üniversitesi’ne yasalara uygun şekilde Cumhurbaşkanımız tarafından bir rektör ataması yapıldı. Bu karar, bu üniversiteyi kendileri için “kurtarılmış bölge” görenleri rahatsız etti. Güya protesto için küçük ve radikal bir grup öğrenciyi sahaya sürdüler. Terör örgütü bağlantılı şahıslar protestolara üşüştü. Farklı siyasi partilerden bu yaygaraya balıklama atlayanlar oldu. Oysa Türkiye’de bugüne kadar bütün rektörler atanmıştır. Bu patırtıya çanak tutanlar bu gerçeği görmüyor. Ya da görüyorlar, biliyorlar ama her defasında bunu siyasi ranta, fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Önceki rektör atamalarında da benzer protestolar olduğunu gayet net hatırlıyoruz.
Ancak burada eylemler terör örgütlerinin merkezi haline gelmeye başladı. Farklı terör örgütüne mensup kişilerin provokasyon için eylemlere katıldığı tespit edildi. İşin içine kutsal değerlerimize saldırı da girdi. Eylemlerde gözaltına alınan gençlerden birçoğu o üniversitenin öğrencisi bile değil. Sergiledikleri vandallıkla buradan bir Gezi çıkarmaya çalışanlar hiç kuşkusuz vardır. Türkiye’nin farklı şehirlerinde “Mesele Boğaziçi değil anlamadın mı” pankartı taşıttırılıyorsa insanlara, bunları kontrol eden, bu konuyu siyasallaştırıp muhalefetin bir oyuncağı haline getirmek isteyenler olduğunu görebiliriz.
Ancak buna ne bu devlet ne bu millet müsaade eder. Boğaziçi Üniversitesi’nin sağduyu sahibi öğrencilerinin büyük çoğunluğunun bu protestolardan uzak durduğunu ve burada sergilenen vandallıkları kabul etmediğini gözardı etmeyelim.
Biz üniversitelerimizin bilimsel, akademik, teknolojik başarılarıyla, araştırma, eğitim ve topluma hizmetleriyle gündeme gelmesini istiyoruz. Devletimiz bunun için bütün imkanları ve destekleri sağlamaya devam edecektir.
Gençlerimizi radikalizm ve terörizm tehlikesinden korumak, üniversitelerimizde huzurlu ve güvenli eğitim ortamları tesis etmek için çalışmayı sürdüreceğiz.